Doksan Dokuzuncu Veda

Doksan Dokuzuncu Veda

Gavin

5.0
Yorum(lar)
49.3K
Görüntüle
23
Bölümler

Can'ı doksan dokuzuncu kez kalbimi kırdığında, bu son oldu. Biz, geleceğimiz Koç Üniversitesi'nde mükemmel bir şekilde çizilmiş, İzmir Fen Lisesi'nin gözde çiftiydik. Ama son sınıfta, okula yeni gelen kıza, Ceyda'ya aşık oldu ve aşk hikayemiz, onun ihanetleri ve benim ayrılmaya yönelik boş tehditlerimle dolu, mide bulandırıcı, yorucu bir dansa dönüştü. Mezuniyet partisinde, Ceyda "yanlışlıkla" beni de kendisiyle birlikte havuza çekti. Can bir an bile tereddüt etmeden suya atladı. Ben çırpınırken yanımdan yüzerek geçti, kollarını Ceyda'ya doladı ve onu güvenli bir yere çıkardı. Arkadaşlarının alkışları arasında Ceyda'ya yardım ederken, bana doğru bir bakış attı. Vücudum titriyor, rimelim yüzümden siyah nehirler gibi akıyordu. "Hayatın artık benim sorunum değil," dedi, sesi içinde boğulduğum su kadar soğuktu. O gece, içimde bir şeyler nihayet paramparça oldu. Eve gittim, laptopumu açtım ve kabulümü onaylayan butona tıkladım. Onunla birlikte Koç'a değil, ülkenin öbür ucundaki Boğaziçi Üniversitesi'ne.

Bölüm 1

Can'ı doksan dokuzuncu kez kalbimi kırdığında, bu son oldu. Biz, geleceğimiz Koç Üniversitesi'nde mükemmel bir şekilde çizilmiş, İzmir Fen Lisesi'nin gözde çiftiydik. Ama son sınıfta, okula yeni gelen kıza, Ceyda'ya aşık oldu ve aşk hikayemiz, onun ihanetleri ve benim ayrılmaya yönelik boş tehditlerimle dolu, mide bulandırıcı, yorucu bir dansa dönüştü.

Mezuniyet partisinde, Ceyda "yanlışlıkla" beni de kendisiyle birlikte havuza çekti. Can bir an bile tereddüt etmeden suya atladı. Ben çırpınırken yanımdan yüzerek geçti, kollarını Ceyda'ya doladı ve onu güvenli bir yere çıkardı.

Arkadaşlarının alkışları arasında Ceyda'ya yardım ederken, bana doğru bir bakış attı. Vücudum titriyor, rimelim yüzümden siyah nehirler gibi akıyordu.

"Hayatın artık benim sorunum değil," dedi, sesi içinde boğulduğum su kadar soğuktu.

O gece, içimde bir şeyler nihayet paramparça oldu. Eve gittim, laptopumu açtım ve kabulümü onaylayan butona tıkladım.

Onunla birlikte Koç'a değil, ülkenin öbür ucundaki Boğaziçi Üniversitesi'ne.

Bölüm 1

Elif'in Ağzından:

Can'ı doksan dokuzuncu kez kalbimi kırdığında, bu son oldu.

İzmir Fen Lisesi'nin gözde çifti olmamız gerekiyordu. Elif Acar ve Can Işık. Kulağa ne kadar da hoş geliyordu, değil mi? İsimlerimiz, onun arka bahçesinde ağaç evler yaparken tanıştığımız çocukluk günlerimizden beri okulun efsaneleri arasına kazınmıştı, adeta tek bir nefeste söylenirdi. Biz çocukluk aşkıydık; okul takımının oyun kurucusu ve dansçı kız, lise krallığının yürüyen, konuşan bir klişesiydik. Geleceğimiz kusursuzca çizilmiş bir harita gibiydi: mezuniyet, sahil kenarında ateş başında geçecek bir yaz ve ardından Koç Üniversitesi'nde yan yana iki yurt odası. Mükemmel bir plan. Mükemmel bir hayat.

Can, herkesin etrafında döndüğü bir güneşti. Sadece o kaygısız, çarpık gülümsemesi ve açık bir günde Ege kıyılarının rengindeki gözleriyle yakışıklı olduğu için değil. Dünyayı fethetmek için doğru anı bekleyen, kibire varan rahat bir özgüvenle hareket ederdi. Bu küçük evrenimizin kralıydı ve ben de isteyerek onun kraliçesiydim.

Geçmişimiz, paylaşılan anlardan örülmüş bir kilim gibiydi. İlk adımlar, ilk kelimeler, ilk büyük zaferinden sonra tribünlerin altında ilk öpücükler. Kaşının üzerindeki yaranın yedi yaşındayken bisikletten düşmesinden kaldığını biliyordum, o da gergin olduğumda mırıldandığım melodinin anneannemin söylediği bir ninniden geldiğini bilirdi. Birbirimize dolanmıştık, köklerimiz o kadar derine inmişti ki ayrılma düşüncesi bir ağacı topraktan sökmek gibi hissettiriyordu.

Sonra, son sınıfta, o mükemmel harita yırtıldı.

Adı Ceyda'ydı, her duruma uygun bir hikayesi ve ceylan gibi iri gözleri olan bir nakil öğrenci. İnsanların onu koruma isteği uyandıran, kırılgan, porselen bebek gibi bir güzelliği vardı.

Müdür, Sayın Davut, Can'ı odasına çağırmıştı. "Can, sen bu okulun liderisin," demişti ciddi bir sesle. "Ceyda burada yeni, alışmakta zorlanıyor. Ona etrafı gezdirmeni, hoş karşılandığını hissettirmeni istiyorum."

Can o gün bana bunu anlatırken yatağıma yığılıp yüzünü yastıklarıma gömerek inlemişti. "Bir angarya daha. Sanki yeterince işim yokmuş gibi."

"Sadece iyi davran," demiştim, parmaklarımı saçlarının arasında gezdirerek. "Göz açıp kapayıncaya kadar biter."

Ne kadar da saftım.

Her şey küçük başladı. Ceyda kütüphaneye giderken "kaybolduğu" için ders çalışma seanslarımızı kaçırırdı. Sonra öğle yemeği buluşmalarımıza geç kalırdı çünkü Ceyda'nın, onun zaten uzmanı olduğu bir matematik probleminde "yardıma ihtiyacı" olurdu.

Özürleri başlangıçta samimiydi, "görevinin" getirdiği bıkkınlıkla doluydu. Kollarını bana dolar, alnımı öper ve "Üzgünüm, Elif'im. O sadece... başa bela," diye fısıldardı.

Ama "başa bela" hızla onun önceliği haline geldi. Özürler kısaldı, sonra umursamaz omuz silkmelere dönüştü. Telefonu onun adıyla titrer, o da konuşmak için uzaklaşır, beni soğuyan yemeklerimizle baş başa bırakırdı.

İlk kez ayrılmakla tehdit ettiğimde sesim titriyor, ellerim terden sırılsıklam olmuştu. "Artık bunu yapamıyorum, Can. Sanki seni paylaşıyormuşum gibi hissediyorum."

Beti benzi atmıştı. O gece pencereme en sevdiğim zambaklardan bir buketle geldi, gözleri on beş yaşındayken beni kalabalık bir AVM'de kaybettiğini sandığı zamanki paniğiyle doluydu. Bunun biteceğine, tek kişinin ben olduğuma yeminler etti.

Ona inandım.

İkinci kez, yıl dönümü yemeğimizi Ceyda'yı bir arkadaşının evinde unuttuğu çantasından ibaret olan bir "aile acil durumuna" götürmek için ektiğinde, tehdidim daha sertti. "Bitti, Can."

Bu seferki özrü, vaatler ve ortak geçmişimizin anılarıyla dolu, uzun, içten bir mesajdı. Bana Koç hayalimizi, sahil kenarında kiralayacağımız daireyi hatırlattı.

Yine pes ettim.

Onuncu, yirminci, ellinci sefere geldiğimizde, bu mide bulandırıcı, yorucu bir dansa dönüştü. Bir zamanlar gerçek acıdan doğan tehditlerim, boş yakarışlar haline geldi. Ve Can, öğrendi. Tehditlerimin boş olduğunu öğrendi. Her zaman orada olacağımı, onsuz bir dünya hayal edemeyeceğimi öğrendi.

Kibri pekişti. Acım bir rahatsızlık, gözyaşlarım çocukça bir öfke nöbeti oldu. Masanın altından Ceyda'ya mesaj atarken, "Elif, sakin ol," derdi sıkılmış bir tonda. "Bir yere gitmeyeceğini biliyorsun."

Haklıydı. Gitmemiştim. Bu geceye kadar.

Doksan sekizinci kalp kırıklığı bir hafta önce gelmiş, ağzımda kalıcı, acı bir tat bırakmıştı. Ama bu, doksan dokuzuncusu, farklıydı. Umudumun son kırıntısının halka açık bir infazıydı.

Mert'in evinde bir mezuniyet partisiydi, o geniş arka bahçeli, üzerindeki ışık dizilerini yansıtan pırıl pırıl mavi havuzlu olanlardan. Ceyda, gülünç derecede kısa bir elbiseyle Can'ın koluna yapışmış, onun söylediği bir şeye biraz fazla yüksek sesle gülüyordu.

Bahçenin karşısından onları izlediğimi gördü ve gözlerime baktı. Gözlerinde ne bir özür ne de bir suçluluk vardı. Sadece soğuk, meydan okuyan bir bakış.

Daha sonra, havuzun kenarında "yanlışlıkla" tökezledi ve düşerken beni de içeri çekti. Soğuk su bir şok etkisi yarattı, elbisem anında ağırlaştı, beni aşağı çekti. Kaygan zeminde ayağa kalkmaya çalışarak öksürüyordum. Ceyda dramatik bir şekilde çırpınıyor, yardım çığlıkları atıyordu.

Can bir an bile tereddüt etmeden suya atladı. Ama yanımdan yüzerek geçti. Kollarını Ceyda'ya doladı, onu havuzun kenarına çekti ve sadece birkaç metre ötedeki kendi çırpınışlarımı görmezden geldi.

Arkadaşları alkışlarken Ceyda'ya yardım ederken, bana doğru bir bakış attı. Saçlarım yüzüme yapışmış, vücudum titriyordu.

"Hayatın artık benim sorunum değil," dedi, sesi içinde boğulduğum su kadar soğuktu.

Kendimi sudan çıkarmayı başardım, kıyafetlerimden sular süzülüyor, rimelim yanaklarımdan siyah nehirler gibi akıyordu. Orada, sırılsıklam ve aşağılanmış bir halde dururken, o meşhur okul ceketini gayet iyi durumdaki Ceyda'nın omuzlarına sardı.

Doğruca yanlarından, sınıf arkadaşlarımızın acıyan ve alaycı bakışlarının arasından geçip gittim. Tek kelime etmedim.

Eve doğru yürürken boş sokağa, "Bitti," diye fısıldadım, kelimelerin tadı kül gibiydi.

Bana inanmadı tabii. Muhtemelen bunun yorgun, eski dansımızın bir başka dönüşü olduğunu düşündü. Muhtemelen bir iki gün içinde ağlayarak geri dönmemi bekliyordu.

Beni takip bile etmedi. Bir kez arkama baktım ve onu gülerken gördüm, kolu hala Ceyda'nın etrafındaydı.

İçimde bir şey, yıllardır tutunduğum o kırılgan, yıpranmış şey, nihayet toza dönüştü. Gürültülü bir patlama değildi. Sessiz, son bir çatırtıydı.

Doksan dokuzuncu kez.

Yüzüncüsü olmayacaktı.

Eve vardığımda kıyafetlerim hala nemliydi, antrenin mermer zemininde bir su izi bırakıyordum. Doğruca laptopumun başına gittim, parmaklarım yabancı bir netlikle hareket ediyordu. Koç Üniversitesi öğrenci portalını açtım, kalbim göğsümde donuk, sabit bir davul gibi atıyordu. Sonra başka bir sekme açtım. Boğaziçi.

Parmaklarım klavyede uçuştu. Başvuru durumuma gittim, kabul mektubum ekranda parlıyordu. Bir buton vardı: "Boğaziçi'ne Kaydını Onayla."

Ailemin yakın zamanda New York'a taşınma kararı, üzerinde uzun süredir düşündükleri bu hamle, birdenbire evrenden bir işaret gibi geldi. Benim Koç'a gitmemi, yakın kalmamı istemişlerdi ama seçimin her zaman benim olduğunu söylemişlerdi.

Butona tıkladım.

Bir onay sayfası belirdi. "Boğaziçi Üniversitesi 202X Sınıfına Hoş Geldiniz."

Ekrana baktım, kelimeler ani bir gözyaşı perdesinin ardından bulanıklaştı. Ama bunlar kalp kırıklığı gözyaşları değildi. Korkutucu, heyecan verici bir özgürlüğün gözyaşlarıydı.

Sonra, onu silmeye başladım. Telefonumdan, laptopumdan, bulut depolama alanımdan fotoğraflarını sildim. Sosyal medyadaki yılların fotoğraflarından kendimi etiketini kaldırdım. Duvarlarımdaki çerçeveli resimleri, artık tanımadığım bir çocuğun ve artık var olmayan bir kızın gülen yüzlerini indirdim.

Bana verdiği her şeyi topladım: her zaman giydiğim okul takımı sweatshirt'ü, lise birinci sınıftan kalma karışık kasetler, ilk mezuniyet balomuzdan kalma kurutulmuş yaka çiçeği, üzerinde baş harflerimizin kazılı olduğu küçük gümüş madalyon. Her bir eşyayı, her biri ölü bir anının küçük bir hayaleti olan her şeyi bir karton kutuya koydum.

Kutu olması gerekenden daha ağır hissettirdi. Bütün çocukluğumun ağırlığını taşıyordu.

Son eşya, on yaşındayken bir panayırda benim için kazandığı küçük, yıpranmış bir oyuncak ayıydı. Bir anlığına onu tuttum, yıpranmış kürkü yanağımda yumuşaktı. Neredeyse vazgeçecektim.

Sonra havuz kenarındaki soğuk gözlerini hatırladım. *Hayatın artık benim sorunum değil.*

Ayıyı kutuya attım ve kapağını bantladım.

Okumaya Devam Et

Gavin tarafından yazılan diğer kitaplar

Daha Fazla
Onun Piyonundan Kraliçesine

Onun Piyonundan Kraliçesine

Romantik

5.0

Ben Asya Koray, siyasi bir hanedanın asi gazetecisiydim. Tek kaçışım, buzdan ve mantıktan yoğrulmuş güçlü bir CEO olan Demir Arslan ile yaşadığım gizli ve tutkulu bir ilişkiydi. O bana "benim güzel felaketim" derdi; onun lüks rezidansının duvarları arasına hapsedilmiş bir fırtına. Ama ilişkimiz bir yalan üzerine kuruluydu. Onun beni sadece başka bir kadına, babamın özel kalem müdürünün kırılgan kızı Ceylin'e olan ödenemez borcuna karşılık bir iyilik olarak "evcilleştirdiğini" keşfettim. Herkesin önünde beni değil, onu seçti. Gözyaşlarını bana hiç göstermediği bir şefkatle sildi. Onu korudu, onu savundu ve ben bir avcı tarafından köşeye sıkıştırıldığımda, onun yanına koşmak için beni terk etti. En büyük ihanet ise, "dersimi almam gerektiğini" tıslayarak beni hapse attırıp dövdürmesiyle geldi. Son darbe bir araba kazası sırasında geldi. Bir an bile tereddüt etmeden kendini Ceylin'in önüne attı, vücuduyla ona siper oldu ve beni çarpışmayla tek başıma yüzleşmek için bıraktı. Ben onun aşkı değildim; feda etmeye hazır olduğu bir yüktüm. Bir hastane yatağında kırık dökük yatarken sonunda anladım. Ben onun güzel felaketi değildim; onun aptalıydım. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım. Onun mükemmel dünyasını yakıp kül ettim, bana huzur vaat eden iyi kalpli bir milyarderin evlilik teklifini kabul ettim ve aşkımızın küllerini arkamda bırakarak yeni bir hayata başlamak için çekip gittim.

Kırılmamış Mirasçı

Kırılmamış Mirasçı

Çağdaş

5.0

İstanbul'un köklü siyasetçi ailelerinden birinin kızı olan Asya Tekin, her şeye sahip olduğunu sanıyordu: Ankara'nın yükselen yıldızı Ateş Karam ile göz kamaştırıcı bir düğün ve iki güçlü ailenin kusursuz birleşimi. Ancak Çankaya'daki o devasa evdeki sessizlik ve Ateş'in, evlatlık kız kardeşi Ceyla'ya olan sarsılmaz bağlılığı, bambaşka bir gerçeğe işaret ediyordu. Bir gece, o gerçek patladı. Asya, Ateş'in evliliklerinin "amaca giden bir araçtan" ibaret olduğunu ve kendisinin "hiçbir anlam ifade etmediğini" itiraf ettiğini duydu. Ateş'in tüm sadakati yalnızca Ceyla'ya aitti. Kalbi tuzla buz oldu, hayatının o güzel görünen cephesi etrafında un ufak oldu. Ateş, Asya'nın acısını açıkça görmezden geldi ve Ceyla'nın kötü niyetli eylemlerini korumayı seçti. Hatta Ceyla'nın, Asya'nın en yakın arkadaşı Meyra'yı öldürdüğünü soğukkanlılıkla itiraf etmesini bile örtbas etti. Ailesinin akıl almaz gücünü kullanan Ateş, Ceyla'nın serbest kalmasını sağladı, gerçeği çarpıtarak Asya'yı suçlu gösterdi ve sadık asistanını tehdit etti. En büyük ihanet ise felaketle sonuçlanan bir yat partisinde yaşandı. Ateş, içgüdüsel olarak önce Ceyla'yı kurtardı ve çaresiz Asya'yı Göcek'in azgın sularında boğulmaya terk etti. Sevdiği adam, hayat arkadaşı olması gereken adam, onu nasıl bu kadar acımasızca ölüme terk edebilirdi? Neden manipülatif bir sosyopat olduğu bu kadar açık olan bir kız kardeşe körü körüne bağlıydı? Sınırın en ucuna itilmiş, bu derin adaletsizlik ve bir hiç uğruna harcanabilir olduğu gerçeğiyle tamamen yıkılmış olan Asya, olduğu yere yığıldı. Ancak iyileşirken, içinde soğuk ve sarsılmaz bir kararlılık filizlendi. Ateş'in Ceyla'ya olan bu sapkın sadakatinin ardındaki tüm gerçeği ortaya çıkaracak ve Meyra'dan esirgenen adalet için savaşacaktı. Gözden çıkarılan eş Asya, şimdi onlar için geliyordu. Güçlü bir aileyi, her seferinde bir sırrı açığa çıkararak yerle bir etmeye hazırdı.

Zulmü, Dirilişi

Zulmü, Dirilişi

Romantik

5.0

Kocam Kenan, benim kahramanımdı. Üç yıl önce, onun saplantılı aşığı Ceyda, çizim yaptığım elimi sakat bırakarak mimarlık kariyerime son vermişti. Kenan bana adalet sözü vermiş, işlediği suçun cezasını çekmesi için onu ücra bir dağ evine hapsetmişti. Beşinci evlilik yıldönümümüzde, kayıtlarımı güncellemek için nüfus müdürlüğüne gittim. Memur bana acıyarak baktı. "Hanımefendi, kayıtlarımıza göre üç yıl önce boşanmışsınız. Eski eşiniz Kenan Soykan, aynı gün yeniden evlenmiş." Hemen ardından okuduğu isim dünyamı başıma yıktı: Ceyda Yılmaz. Ceza bir yalandı. Onların hapishanesi, bir aşk yuvasıydı. Üç yıl boyunca çifte bir hayat yaşamış, bizim yıldönümümüzü diğer karısıyla kutlamıştı. Onu "iyileşme sürecim" için olduğunu iddia ederek hizmetçi olarak evimize getirmişti. Hatta onu kurgulanmış bir düşüşten kurtarmak için beni herkesin içinde yere itmişti. Son ihanet, Ceyda'nın bana iftira atmasıyla geldi. Kenan'ı, ona saldırmaları için adam tuttuğuma ikna etmişti. Beni karanlık bir odaya sürükledi, bir maskenin ardında beni tanımadı bile. Gerçek karısına zarar veren bir yabancı olduğuma inanıyordu. "Kim karımın kılına dokunursa," diye dişlerinin arasından tısladı, "bin katı acıyı tadar." Beni tam doksan dokuz kez kendi elleriyle kırbaçladı. Beni korumaya yemin eden adam, aslında gerçekte sevdiği kadını savunduğuna inanarak benim celladım olmuştu. İşi bitirmeleri için adamlarına emir vererek beni ölüme terk etti. Ama kaçtım. Kanlar içinde ve paramparça bir halde, yeni bir kimlikle ülkeden kaçtım. Kalbimde tek bir şey vardı: Paris mimarlık yarışmasına katılmak ve onun yok etmeye çalıştığı hayatı geri almak. Kanatlarımı kırdığını sanmıştı ama bana sadece küllerimden nasıl uçulacağını öğretmişti.

Taptığım O, Kırbaçlandığım O

Taptığım O, Kırbaçlandığım O

Romantik

5.0

Ben sadece yirmi yaşında, Boğaziçi Üniversitesi'nde sanat tarihi okuyan bir öğrenciydim. Babamın inşaat şirketinde staj yapıyordum. Ama benim dünyam, gizlice, babamın yakışıklı ve zeki iş ortağı Mert Karahan'ın etrafında dönüyordu. Ona olan aşkım saf, her şeyi tüketen ve tamamen naifti. O her zaman çok nazik, gerçek bir beyefendi olmuştu. Bir yardım galasında, Mert'in ortağı İpek Vural'ın ona ustaca içki servis ettiğini izledim. Onu odasına çıkarmasına yardım etmeye çalıştığımda, İpek bizi "buldu". Mükemmel zamanlanmış çığlığı ve telefonunun gizli flaşı kaderimi mühürledi. Ertesi sabah manşetler haykırıyordu: "Boğaziçili Stajyer Lara Aydın, Mert Karahan ile Uygunsuz Bir Durumda Yakalandı." Yanlarında bulanık, suçlayıcı fotoğraflar vardı. Ardından Mert'in buz gibi telefon konuşması geldi: "İpek, benden faydalanırken seni bulmuş! Senin çocukça numaran yüzünden itibarım yerle bir oldu!" Ona inanmıştı. Tamamen. Babamın ofisindeki fısıltılar ve düşmanca bakışlar dayanılmaz hale geldi. Hayran olduğum o nazik adam şimdi bana mutlak bir tiksintiyle bakıyordu. Hayallerim paramparça olmuştu. Nasıl bu kadar kör olabilirdi? Bu kadar zalim? Bu benim tanıdığım Mert değildi. Bu acımasızca haksızlıktı. O hafta, ona tapan o saf kız öldü. Onun yerine daha soğuk bir farkındalık doğdu: dünya nazik değildi, insanlar göründükleri gibi değildi. O benim oyun oynadığımı sanıyordu ama ben bitmiştim. Bu benim dönüm noktamdı.

Ayrıca beğenebilirsiniz

Bölümler
Şimdi Oku
Kitabı İndir