Zehirli Aşkı, Kaçışım

Zehirli Aşkı, Kaçışım

Gavin

5.0
Yorum(lar)
590
Görüntüle
17
Bölümler

Kocam Arslan, tüm dünyanın bana hayranlıkla bakan o adam, aslında acılarımın sanatçısıydı. Beni tam doksan beş kez cezalandırmıştı ve bu, doksan altıncısıydı. Sonra telefonum titredi. Üvey kardeşim Jale'den bir mesaj gelmişti: Mükemmel manikürlü elinde tuttuğu şampanya kadehinin fotoğrafı. Altında ise şu not vardı: "Yeni bir zaferi kutlarken. Gördün mü, beni daha çok seviyor işte." Hemen ardından Arslan'dan ikinci bir mesaj geldi: "Aşkım, dinleniyor musun? Doktoru çağırdım, gelip bakacak. Böyle olmak zorunda kaldığı için çok üzgünüm ama artık bir ders alman gerekiyor. Birazdan yanında olacağım, seninle ilgileneceğim." Tetiği çekenin her zaman Jale olduğunu biliyordum ama mekanizmayı bir türlü çözemiyordum. Bunun sadece Arslan'ın Jale'nin yalanlarıyla ateşlenen kendine özgü zalimliği olduğunu sanıyordum. Ama sonra Arslan'ın bir ses kaydını buldum. Sakin sesi, sessiz odayı doldurdu: "...doksan altıncı numara. Kırık bir el. Bu seferlik Jale'yi yatıştırmaya yeterli olmalı. Ama borcumu ödemek zorundayım. On beş yıl önce Jale hayatımı kurtardı. O kaçırılma olayından sonra yanan arabadan beni o çıkardı. O gün ona yemin ettim, onu her şeyden ve herkesten koruyacağım diye. Kendi karımdan bile." Zihnim bomboş oldu. Kaçırılma. Yanan araba. On beş yıl önce. Orada olan bendim. Patlamadan saniyeler önce arka koltuktan dehşet içinde ağlayan o çocuğu çıkaran kız bendim. Adı Arslan'dı. Bana "küçük yıldızım" demişti. Ama polisle geri döndüğümde, orada başka bir kız vardı; ağlayarak Arslan'ın elini tutuyordu. Bu Jale'ydi. Bilmiyordu. Tüm o sapkın adalet sistemini koskoca bir yalan üzerine kurmuştu. Jale hayat kurtaran kahramanlığımı çalmış, bedelini ise ben ödüyordum. Vücudumdaki her bir hücre tek bir kelime haykırıyordu: Kaç.

Bölüm 1

Kocam Arslan, tüm dünyanın bana hayranlıkla bakan o adam, aslında acılarımın sanatçısıydı. Beni tam doksan beş kez cezalandırmıştı ve bu, doksan altıncısıydı.

Sonra telefonum titredi. Üvey kardeşim Jale'den bir mesaj gelmişti: Mükemmel manikürlü elinde tuttuğu şampanya kadehinin fotoğrafı. Altında ise şu not vardı: "Yeni bir zaferi kutlarken. Gördün mü, beni daha çok seviyor işte."

Hemen ardından Arslan'dan ikinci bir mesaj geldi: "Aşkım, dinleniyor musun? Doktoru çağırdım, gelip bakacak. Böyle olmak zorunda kaldığı için çok üzgünüm ama artık bir ders alman gerekiyor. Birazdan yanında olacağım, seninle ilgileneceğim."

Tetiği çekenin her zaman Jale olduğunu biliyordum ama mekanizmayı bir türlü çözemiyordum. Bunun sadece Arslan'ın Jale'nin yalanlarıyla ateşlenen kendine özgü zalimliği olduğunu sanıyordum.

Ama sonra Arslan'ın bir ses kaydını buldum. Sakin sesi, sessiz odayı doldurdu: "...doksan altıncı numara. Kırık bir el. Bu seferlik Jale'yi yatıştırmaya yeterli olmalı. Ama borcumu ödemek zorundayım. On beş yıl önce Jale hayatımı kurtardı. O kaçırılma olayından sonra yanan arabadan beni o çıkardı. O gün ona yemin ettim, onu her şeyden ve herkesten koruyacağım diye. Kendi karımdan bile."

Zihnim bomboş oldu. Kaçırılma. Yanan araba. On beş yıl önce. Orada olan bendim. Patlamadan saniyeler önce arka koltuktan dehşet içinde ağlayan o çocuğu çıkaran kız bendim. Adı Arslan'dı. Bana "küçük yıldızım" demişti. Ama polisle geri döndüğümde, orada başka bir kız vardı; ağlayarak Arslan'ın elini tutuyordu. Bu Jale'ydi.

Bilmiyordu. Tüm o sapkın adalet sistemini koskoca bir yalan üzerine kurmuştu. Jale hayat kurtaran kahramanlığımı çalmış, bedelini ise ben ödüyordum. Vücudumdaki her bir hücre tek bir kelime haykırıyordu: Kaç.

Bölüm 1

Alara Tekin, doksan beş cezaya katlanmıştı.

Bu, doksan altıncısıydı.

Acı, kemiklerine işleyen tanıdık bir zehirdi. Banyonun soğuk mermer zemininde uzanıyordu; vücudu taze ve solgun morluklarla dolu bir tuval gibiydi.

Tüm dünyanın ona tapan bir aşık olarak gördüğü kocası Arslan Karam, bu acının sanatçısıydı.

Ve tüm bunları üvey kardeşi Jale için yapıyordu.

Bir hafta önce, bir aile yemeğinde Jale "yanlışlıkla" halıya takılıp düşmüş, elindeki kırmızı şarabı önemli bir siyasetçinin karısının üzerine dökmüştü.

Jale ağlayarak titreyen parmağıyla Alara'yı işaret etmişti.

"Halıyı oraya bilerek koymuş olmalı. Beni her zaman kıskanmıştır."

O gece Arslan eve buz gibi bir hayal kırıklığı maskesiyle gelmişti.

Onu mutfağa sürüklemiş ve kırık camların üzerinde diz çöktürmüştü.

"Jale hassas bir kız, Alara. Bunu biliyorsun. Onun yanında daha dikkatli olmayı öğrenmelisin."

Bundan iki hafta önce, doksan dördüncü ceza vardı.

Arslan onu iki gün boyunca, tek bir şişe su dışında yiyecek vermeden şarap mahzenine kilitlemişti.

Sebep mi? Jale, bir yardım balosunda Alara'nın elbisesinin kendisininkinden daha fazla iltifat almasından şikayet etmişti.

Arslan kalın ahşap kapının ardından, "Onu küçük düşürdün," demişti. "Haddini bilmeyi öğrenmelisin."

Doksan üçüncü ceza daha da absürttü.

Neredeyse bayılana kadar kafasını küvetin içinde suya batırmıştı.

Suçu, Jale'nin onlara hediye ettiği ve Alara'nın alerjisi olan bir saksı orkideyi sulamayı unutmasıydı.

"Bu bir hediyeydi, Alara. Onun nezaketinin bir sembolü. Senin bu dikkatsizliğin ona yapılmış bir hakaret."

Ve şimdi, doksan altıncısı.

Sol eli paramparçaydı.

Çalışma odasından aldığı ağır bir kitapla eline defalarca vurmuştu.

Yeni bir mimari tasarım üzerinde çalışıyordu, gurur duyduğu bir çizimdi ve Jale'den gelen bir aramayı açmayı unutmuştu.

Jale bunun üzerine Arslan'ı aramış, hıçkırıklar içinde Alara'nın onu görmezden geldiğini, ondan nefret ettiğini söylemişti.

Alara'nın nefesi kesildi. Elindeki ıstırap, bembeyaz bir çığlıktı. Hareket etmeye, o devasa, soğuk odanın ortasından sürünerek uzaklaşmaya çalıştı ama her kası isyan ediyordu.

Kavga sırasında makyaj masasının altına kayan telefonu aniden aydınlandı.

Bir mesaj. Jale'den.

Mükemmel manikürlü elinde bir şampanya kadehi tuttuğu bir fotoğraf. Altındaki yazı: "Yeni bir zaferi kutlarken. Gördün mü, beni daha çok seviyor işte."

Alara'nın kalbi durdu. Tetiği çekenin her zaman Jale olduğunu biliyordu ama mekanizmayı bir türlü çözemiyordu. Bunun sadece Arslan'ın Jale'nin yalanlarıyla ateşlenen kendine özgü zalimliği olduğunu sanıyordu.

Sonra ikinci bir mesaj titredi. Bu Arslan'dandı.

"Aşkım, dinleniyor musun? Doktoru çağırdım, gelip bakacak. Böyle olmak zorunda kaldığı için çok üzgünüm ama artık bir ders alman gerekiyor. Birazdan yanında olacağım, seninle ilgileneceğim."

Dünya, Arslan Karam'ı karısına delicesine aşık bir koca olarak tanıyordu. Gözü dahi mimar karısı Alara Tekin'den başkasını görmeyen bir teknoloji devi. Ona adalar satın alır, şirketlerine onun adını verir, röportajlarında ondan tanrılara özgü bir saygıyla bahsederdi.

Kimse gerçeğe inanmazdı.

Bazen Alara bile inanamıyordu. Yaralarını böyle bir şefkatle öpen adam, o yaraları açan kişi nasıl olabilirdi?

Onu elde etme sürecini hatırladı. Amansız bir hayranlık ve büyük jestler fırtınasıydı. Hayatının en dipte olduğu bir anda hayatına dalmıştı.

Aşka karşı her zaman temkinli olmuştu. Geçmişi ona böyle olmayı öğretmişti.

Annesi o on yaşındayken ölmüştü. Sosyetede yükselme takıntılı babası, bir yıl içinde yeniden evlenmişti.

Yeni karısı ve onun kızı Jale, Alara'nın hayatını sessiz bir cehenneme çevirmişti. Kendi evinde maaşsız bir hizmetçi, her talihsizlikten sorumlu tutulan bir gölge olmuştu.

Babası, yeni karısının çevresine muhtaç olduğu için buna izin vermişti. Alara'yı bir kız evlat olarak değil, bir pürüz olarak görüyordu.

Sonra Arslan Karam ortaya çıktı. Onu gördü. Babasının verdiği bir partide misafirdi ve Jale'nin "yanlışlıkla" Alara'ya çelme takıp onu kısa bir merdivenden aşağı yuvarladığını görmüştü.

Onu yerden kaldırmadı. Bunun yerine babasına yürüdü ve alçak, tehlikeli bir sesle konuştu.

Ertesi gün babasının şirket hisseleri çakıldı. Arslan, onun işini sistematik olarak yok etmişti.

Sonra Alara'ya babasının şirketinden geriye kalanların çoğunluk hisselerini sunmuş, babasının tamamen Jale'ye vermeyi planladığı mirası ona geri vermişti.

Babasını ve üvey annesini halkın önünde ondan özür dilemeye zorlamıştı. Jale'yi başka bir şehirdeki bir okula nakil ettirmişti.

Yüzünü avuçlarının arasına almış, gözleri kurtuluş gibi hissettiren bir yoğunlukla yanıyordu.

"Bir daha kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim, Alara. Yemin ederim."

Ve o, korunmaya ve sevgiye aç bir kız olarak ona inanmıştı. Kollarına atılmış ve ruhunun kırık parçalarını ona emanet etmişti.

Bir yalan. Hepsi bir yalandı.

Onu korumamıştı. Sadece onu incitebilecek tek kişi haline gelmişti. Ve tüm bunları Jale için yapıyordu.

Bu farkındalık, midesine oturan soğuk, sert bir taştı.

Nedenini bilmesi gerekiyordu. Bu deliliğin temelini anlaması gerekiyordu.

Elindeki yangını görmezden gelerek makyaj masasından destek alıp kendini yukarı çekti. Ofisine gitmeliydi. Özel çalışma odasına. Sırlarını orada saklıyordu.

Banyodan çıkıp büyük, sessiz koridordan aşağı sendeledi. Ev, güzel bir mezar gibiydi.

Çalışma odası batı kanadının sonundaydı. Kapı biyometrik bir tarayıcıyla kilitliydi. Onun parmak izi işe yaramazdı.

Ama şifresi her zaman aynıydı. Onun doğum günü. Bu ironi, ağzında acı bir tat bıraktı.

Kapı bir tıkırtıyla açıldı.

Oda deri ve pahalı parfümü gibi kokuyordu. Nadiren girmesine izin verilen bir yerdi.

Masasına gitti. Bilgisayarında bir ses kayıt uygulaması hala açıktı. Sık sık düşüncelerini kaydederdi.

Bugünün tarihini taşıyan en son dosyaya tıkladı.

Sakin ve mantıklı sesi sessiz odayı doldurdu.

"...doksan altıncı numara. Kırık bir el. Bu seferlik Jale'yi yatıştırmaya yeterli olmalı. Yeterli olmak zorunda. Alara'yı bundan daha fazla incitmeye dayanamam. Ama borcumu ödemek zorundayım."

Ses devam etti ve Alara ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissetti.

"On beş yıl önce Jale hayatımı kurtardı. O kaçırılma olayından sonra yanan arabadan beni o çıkardı. O zamanlar küçücük bir çocuktu, çok cesurdu. O gün ona yemin ettim, onu her şeyden ve herkesten koruyacağım diye. Kendi karımdan bile."

İç çekti. Gerçek bir çatışmanın sesiydi.

"Alara benim dünyam ama çok başına buyruk. Düşünmeden Jale'yi incitiyor. Bu cezalar... onu düzeltmenin, dengeyi sağlamanın bir yolu. Jale'ye verdiğim sözü tutarken Alara'yı yanımda tutmanın tek yolu. Başka çare yok."

Alara'nın zihni bomboş oldu.

Kaçırılma. Yanan araba. On beş yıl önce.

Orada olan bendim.

Ormanda oynarken o siyah minibüsün kaza yaptığını gören kız bendim. Patlamadan saniyeler önce arka koltuktan dehşet içinde ağlayan o çocuğu çıkaran bendim.

Adı Arslan'dı. Kaşının üzerinde küçük bir yara izi vardı, hiç unutmadığım bir detay. Saçındaki yıldız şeklindeki toka yüzünden bana "küçük yıldızım" demişti.

Yardım çağırmak için koşmuştum ama polisle geri döndüğümde, orada başka bir kız vardı; ağlayarak Arslan'ın elini tutuyordu.

Bu Jale'ydi.

Dünya karardı. Alara masaya tutundu, bir mide bulantısı dalgası onu sardı.

Bilmiyordu. Tüm o sapkın adalet sistemini koskoca bir yalan üzerine kurmuştu. Jale onun hayat kurtaran kahramanlığını çalmış, bedelini ise Alara ödüyordu.

Midesine keskin, ıstırap verici bir ağrı saplandı. Son birkaç aydır daha da sıklaşan bir ağrıydı bu. Doktorlar bir neden bulamamıştı.

Geçen hafta Arslan'ın ona sarılıp saçlarını okşadığını hatırladı.

"Bunu çözeceğiz aşkım. Dünyadaki bütün uzmanları tutacağım. Senin acı çekmene dayanamam."

Sevgisi bir yalandı. Koruması bir kafesti. İlgisi zehirdi.

Vücudundaki her bir hücre tek bir kelime haykırıyordu.

Kaç.

Bunu tek başına yapamazdı. Arslan'ın gücü mutlaktı. Her yerde gözleri ve kulakları vardı.

Onun bir düşmanına ihtiyacı vardı. Ona meydan okuyabilecek kadar güçlü birine.

Dağhan Arsoy.

Teknoloji dünyasındaki en büyük rakibi. Magazin haberlerine göre yıllardır Arslan'dan nefret eden bir adam.

Üniversiteden tanıdığı bir adam. O zamanlar kabul etmeye çok korktuğu sessiz bir nezaketle ona bakan bir adam.

Eli zonkluyordu ama damarlarına yeni, soğuk bir kararlılık doldu. Gizli, yedek telefonunu çıkardı.

Boğaziçi Üniversitesi mezunlar ağından numarasını buldu. Mesajı yazarken parmakları titriyordu.

"Dağhan Arsoy. Ben Alara Tekin. Yardımına ihtiyacım var. Karam Holding'deki hisselerimi sana verebilirim. Hepsini. Sadece beni bu ülkeden çıkar. Bana yeni bir hayat ver."

Gönder tuşuna bastı.

Okumaya Devam Et

Gavin tarafından yazılan diğer kitaplar

Daha Fazla
Onun Piyonundan Kraliçesine

Onun Piyonundan Kraliçesine

Romantik

5.0

Ben Asya Koray, siyasi bir hanedanın asi gazetecisiydim. Tek kaçışım, buzdan ve mantıktan yoğrulmuş güçlü bir CEO olan Demir Arslan ile yaşadığım gizli ve tutkulu bir ilişkiydi. O bana "benim güzel felaketim" derdi; onun lüks rezidansının duvarları arasına hapsedilmiş bir fırtına. Ama ilişkimiz bir yalan üzerine kuruluydu. Onun beni sadece başka bir kadına, babamın özel kalem müdürünün kırılgan kızı Ceylin'e olan ödenemez borcuna karşılık bir iyilik olarak "evcilleştirdiğini" keşfettim. Herkesin önünde beni değil, onu seçti. Gözyaşlarını bana hiç göstermediği bir şefkatle sildi. Onu korudu, onu savundu ve ben bir avcı tarafından köşeye sıkıştırıldığımda, onun yanına koşmak için beni terk etti. En büyük ihanet ise, "dersimi almam gerektiğini" tıslayarak beni hapse attırıp dövdürmesiyle geldi. Son darbe bir araba kazası sırasında geldi. Bir an bile tereddüt etmeden kendini Ceylin'in önüne attı, vücuduyla ona siper oldu ve beni çarpışmayla tek başıma yüzleşmek için bıraktı. Ben onun aşkı değildim; feda etmeye hazır olduğu bir yüktüm. Bir hastane yatağında kırık dökük yatarken sonunda anladım. Ben onun güzel felaketi değildim; onun aptalıydım. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım. Onun mükemmel dünyasını yakıp kül ettim, bana huzur vaat eden iyi kalpli bir milyarderin evlilik teklifini kabul ettim ve aşkımızın küllerini arkamda bırakarak yeni bir hayata başlamak için çekip gittim.

Kırılmamış Mirasçı

Kırılmamış Mirasçı

Çağdaş

5.0

İstanbul'un köklü siyasetçi ailelerinden birinin kızı olan Asya Tekin, her şeye sahip olduğunu sanıyordu: Ankara'nın yükselen yıldızı Ateş Karam ile göz kamaştırıcı bir düğün ve iki güçlü ailenin kusursuz birleşimi. Ancak Çankaya'daki o devasa evdeki sessizlik ve Ateş'in, evlatlık kız kardeşi Ceyla'ya olan sarsılmaz bağlılığı, bambaşka bir gerçeğe işaret ediyordu. Bir gece, o gerçek patladı. Asya, Ateş'in evliliklerinin "amaca giden bir araçtan" ibaret olduğunu ve kendisinin "hiçbir anlam ifade etmediğini" itiraf ettiğini duydu. Ateş'in tüm sadakati yalnızca Ceyla'ya aitti. Kalbi tuzla buz oldu, hayatının o güzel görünen cephesi etrafında un ufak oldu. Ateş, Asya'nın acısını açıkça görmezden geldi ve Ceyla'nın kötü niyetli eylemlerini korumayı seçti. Hatta Ceyla'nın, Asya'nın en yakın arkadaşı Meyra'yı öldürdüğünü soğukkanlılıkla itiraf etmesini bile örtbas etti. Ailesinin akıl almaz gücünü kullanan Ateş, Ceyla'nın serbest kalmasını sağladı, gerçeği çarpıtarak Asya'yı suçlu gösterdi ve sadık asistanını tehdit etti. En büyük ihanet ise felaketle sonuçlanan bir yat partisinde yaşandı. Ateş, içgüdüsel olarak önce Ceyla'yı kurtardı ve çaresiz Asya'yı Göcek'in azgın sularında boğulmaya terk etti. Sevdiği adam, hayat arkadaşı olması gereken adam, onu nasıl bu kadar acımasızca ölüme terk edebilirdi? Neden manipülatif bir sosyopat olduğu bu kadar açık olan bir kız kardeşe körü körüne bağlıydı? Sınırın en ucuna itilmiş, bu derin adaletsizlik ve bir hiç uğruna harcanabilir olduğu gerçeğiyle tamamen yıkılmış olan Asya, olduğu yere yığıldı. Ancak iyileşirken, içinde soğuk ve sarsılmaz bir kararlılık filizlendi. Ateş'in Ceyla'ya olan bu sapkın sadakatinin ardındaki tüm gerçeği ortaya çıkaracak ve Meyra'dan esirgenen adalet için savaşacaktı. Gözden çıkarılan eş Asya, şimdi onlar için geliyordu. Güçlü bir aileyi, her seferinde bir sırrı açığa çıkararak yerle bir etmeye hazırdı.

Zulmü, Dirilişi

Zulmü, Dirilişi

Romantik

5.0

Kocam Kenan, benim kahramanımdı. Üç yıl önce, onun saplantılı aşığı Ceyda, çizim yaptığım elimi sakat bırakarak mimarlık kariyerime son vermişti. Kenan bana adalet sözü vermiş, işlediği suçun cezasını çekmesi için onu ücra bir dağ evine hapsetmişti. Beşinci evlilik yıldönümümüzde, kayıtlarımı güncellemek için nüfus müdürlüğüne gittim. Memur bana acıyarak baktı. "Hanımefendi, kayıtlarımıza göre üç yıl önce boşanmışsınız. Eski eşiniz Kenan Soykan, aynı gün yeniden evlenmiş." Hemen ardından okuduğu isim dünyamı başıma yıktı: Ceyda Yılmaz. Ceza bir yalandı. Onların hapishanesi, bir aşk yuvasıydı. Üç yıl boyunca çifte bir hayat yaşamış, bizim yıldönümümüzü diğer karısıyla kutlamıştı. Onu "iyileşme sürecim" için olduğunu iddia ederek hizmetçi olarak evimize getirmişti. Hatta onu kurgulanmış bir düşüşten kurtarmak için beni herkesin içinde yere itmişti. Son ihanet, Ceyda'nın bana iftira atmasıyla geldi. Kenan'ı, ona saldırmaları için adam tuttuğuma ikna etmişti. Beni karanlık bir odaya sürükledi, bir maskenin ardında beni tanımadı bile. Gerçek karısına zarar veren bir yabancı olduğuma inanıyordu. "Kim karımın kılına dokunursa," diye dişlerinin arasından tısladı, "bin katı acıyı tadar." Beni tam doksan dokuz kez kendi elleriyle kırbaçladı. Beni korumaya yemin eden adam, aslında gerçekte sevdiği kadını savunduğuna inanarak benim celladım olmuştu. İşi bitirmeleri için adamlarına emir vererek beni ölüme terk etti. Ama kaçtım. Kanlar içinde ve paramparça bir halde, yeni bir kimlikle ülkeden kaçtım. Kalbimde tek bir şey vardı: Paris mimarlık yarışmasına katılmak ve onun yok etmeye çalıştığı hayatı geri almak. Kanatlarımı kırdığını sanmıştı ama bana sadece küllerimden nasıl uçulacağını öğretmişti.

Mahkumdan Anka'ya: Pişmanlığı

Mahkumdan Anka'ya: Pişmanlığı

Milyarderler

5.0

Üç yıldır, zar zor geçinen bir MMA dövüşçüsü olan Kaan'la mutlu bir evliliğim olduğunu sanıyordum. Geçinebilmek için iki işte çalışıyor, yaralarını sarıyor, onun tek dayanağının benim sevgim olduğuna inanıyordum. Özellikle de bir araba kazası hafızamı silip süpürdüğünden ve onu benim bütün dünyam haline getirdiğinden beri. Sonra, küçücük mutfağımızın zeminini ovarken, yerel haberlerde bir manşet parladı: "Teknoloji devi Kaan Demirkan, Demirkan Holding'in CEO'su, bugün Başkan Yardımcısı Selin Altan ile nişanlandığını duyurdu." Ekranda, bir gökdelenin önünde duran, göz alıcı bir kadına sarılan adam, benim kocamdı. Üzerinde, tanıdığım yaralı bereli dövüşçünün aksine, özel dikim bir takım elbise vardı. Yıldönümümüz için özenle yaptığım küçük, oyma ahşap kuş, o kadını derinden, sahiplenircesine öperken göğsünde duruyordu. Mideme kramplar girdi, başım zonklamaya başladı ve onun için pişirdiğim biftek dumanlar çıkarmaya, sıkışık dairemizi acı, yanık bir kokuyla doldurmaya başladı. Cevaplar için çaresizce Demirkan Holding'e bir taksi çevirerek dışarı fırladım. Orada, Selin'le gülerken gördüm onu, benim varlığımdan habersizdi. Aramamı sessize alıp mesaj attı: "Toplantıdayım bebeğim. Konuşamam. Bu gece geç geleceğim. Beni bekleme. Seni seviyorum." Kelimeler gözyaşlarımın arasından bulanıklaştı. Yüksek ve ham bir hıçkırık koptu benden. Başımda bir şimşek çaktı ve sonra anılar sel gibi geri geldi: Araba kazası bir kaza değildi, şoför Selin Altan'dı ve babamın himayesindeki Kaan, bu koca yalanı, sadakatimi ölçmek için bu zalim oyunu tezgahlamıştı. Her şeyimi almıştı - kimliğimi, servetimi, ailemi - ve beni, onu koşulsuz sevmeye devam edip etmeyeceğimi görmek için yoksulluğa atmıştı. O bir canavardı ve ben onun esiriydim. Ama göğsüme soğuk, sert bir kararlılık oturdu: Dünyasını başına yıkacaktım ve işe kendi ölümümü sahneleyerek başlayacaktım.

Ayrıca beğenebilirsiniz

Bölümler
Şimdi Oku
Kitabı İndir