Karının Gazabı, Hanedanın Külleri

Karının Gazabı, Hanedanın Külleri

Gavin

5.0
Yorum(lar)
909
Görüntüle
10
Bölümler

Oğlumuzun ölüm yıl dönümünde, kocamı kutsal sığınağımız olan göl evinde, hamile metresiyle buldum. Bana düğün davetiyelerini göndermişti. Yanında da bir ses kaydı vardı. Kayıtta, oğlumuzu öldüren travma yüzünden bana "lekeli" diyor ve "saf" bir varis sahibi olmak için beni gizlice kısırlaştırdığını itiraf ediyordu. O yeni bir hanedanlık kurduğunu sanıyordu; bense düğüne katılıp onunkini yerle bir etmeye karar verdim.

Bölüm 1

Oğlumuzun ölüm yıl dönümünde, kocamı kutsal sığınağımız olan göl evinde, hamile metresiyle buldum.

Bana düğün davetiyelerini göndermişti. Yanında da bir ses kaydı vardı. Kayıtta, oğlumuzu öldüren travma yüzünden bana "lekeli" diyor ve "saf" bir varis sahibi olmak için beni gizlice kısırlaştırdığını itiraf ediyordu.

O yeni bir hanedanlık kurduğunu sanıyordu; bense düğüne katılıp onunkini yerle bir etmeye karar verdim.

Bölüm 1

Asya Karahan'ın Gözünden:

Hakan'la koyduğumuz ilk kural birbirimizin telefonlarını her zaman açmaktı. Her zaman. Bu kural, biz daha karnı aç, hırs dolu iki çocukken İstanbul'un yağmurla ıslanmış tehlikeli sokaklarında, kan ve çaresizlikle yazılmıştı. Bu yüzden, oğlumuzun ölüm yıl dönümünde kocamın telefonu beşinci kez sesli mesaja düştüğünde, sadece meşgul olmadığını anladım. Başka biriyleydi.

Her yıl, bu gün, dünyayı dışarıda bırakırdık. Anlaşma yok, toplantı yok, telefon yok. İlk temiz paramızla aldığımız, şehrin iki saat kuzeyindeki o göl kenarındaki eve giderdik. Orası bizim sığınağımızdı, kucağımıza alamadığımız oğlumuz için yas tutmamıza izin verdiğimiz o sessiz, kutsal topraktı. Tek bir beyaz mum yakar, yıpranmış ahşap verandada oturur ve güneş ufukta batıp suyu turuncu ve mor tonlarına boyayana kadar konuşmazdık.

Bu bizim ritüelimizdi. Kaybımızın boğucu sessizliğinde bile asla yalnız olmadığımıza dair sessiz bir sözdü. Birbirimize sahiptik.

O sabah, dev yatağımızda yalnız uyandım. Yatağın onun tarafı soğuk ve bozulmamıştı. Midemde buzdan bir yumru oluştu. Öğlene doğru, ondan hiç haber gelmeyince, o buz çatlamaya başladı. Saat üç olduğunda ise ciğerlerime batan bir kırığa dönüşmüştü.

Yıllar önce, bir rakibin bıçağından beni nasıl koruduğunu hatırlıyorum. Çelik sırtına derinlemesine saplanmış, kalıcı, pürüzlü bir yara izi bırakmıştı. Üzerime yığılmış, kanının sıcaklığı yanağımı ıslatırken, "Buradayım, Asya. Her zaman buradayım," diye fısıldamıştı. Ve hep buradaydı. Yirmi yıl boyunca Hakan Demirkan, kaosla tanımlanan bir hayattaki tek değişmezimdi. O benim ortağımdı, stratejistimdi, sıfırdan kurduğumuz imparatorluğun mimarıydı.

Şimdi ise... gitmişti.

"Levent," dedim telefonuma, sesim tehlikeli bir şekilde sakindi. "Hakan'ın arabasını takip et. Hemen."

Hiç tereddüt etmedi. "Anlaşıldı, patron."

GPS sinyali bir dakikadan kısa bir sürede geldi. Kanım dondu. Göl evindeydi. Bensiz gitmişti.

Yol, çıplak kış ağaçları ve gri gökyüzünün bulanık bir görüntüsüydü. Adamlarım, siyah lüks araçlardan oluşan sessiz bir konvoyla arabama eşlik ediyordu. Sormadan biliyorlardı. Hangi gün olduğunu biliyorlardı ve gözlerimdeki o ifadeyi tanıyorlardı. Bu, düşmanca bir devralmadan önce, bize ihanet eden bir adamı mahvetmeden önceki ifademle aynıydı. Savaşa hazırlanan bir kraliçenin bakışıydı.

Uzun çakıllı yola saptık, lastikler kemik gibi çatırdıyordu. Onun siyah sedanını verandanın yanında park edilmiş gördüm. Ama yanında başka bir araba daha vardı; ucuz, döküntü bir kompakt araba. Göl evinin rustik zarafetinin yanında o kadar yersiz duruyordu ki, kasıtlı bir hakaret gibiydi.

Arabadan indim, adamlarıma yerlerinde kalmalarını işaret ettim. Hava dondurucuydu, çıplak tenimi ısırıyordu. Büyük pencereden, şöminede gürül gürül yanan ateşi görebiliyordum. Ve sonra onları gördüm.

Hakan şöminenin yanında duruyordu, sırtı bana dönüktü. Önünde genç bir kadın vardı, daha yirmilerinde bile değildi. Ufak tefekti, koyu renk saçları sırtından dağınık bir şelale gibi dökülüyordu. Hakan'ın gömleklerinden birini giyiyordu, ona son doğum gününde aldığım o yumuşak gri kaşmir olanı. Gömlek, incecik bedeninden dökülüyor, kolları ellerini yutuyordu.

Hakan uzanıp kulağının arkasına kaçan bir tutam saçı sıkıştırdı, dokunuşu inanılmaz derecede nazikti. Eskiden ben uyurken bana dokunduğu gibiydi. Her zaman kalbimi sevgiyle sızlatan o şefkatli, sahiplenici jest. Bunu başka birine yapmasını izlemek, cam yutmak gibiydi.

Kız kıkırdadı, kulak zarlarımı tırmalayan hafif, havadar bir ses. Sonra parmak uçlarında yükselip onu öptü.

Dünya başıma yıkıldı. Ciğerlerimdeki hava küle döndü. Bu sadece bir ihanet değildi. Bu bir saygısızlıktı. Onu buraya getirmişti. Bizim yerimize. Oğlumuzun yerine.

Saf ve kör edici bir öfke beni sardı. Ön kapıyı geçip su kenarında yaptırdığımız küçük taş anıta doğru yürüdüm. Üzerinde tek bir isim kazılı olan basit, düz bir taştı: Can. Bizim Can'ımız. Yanında, ben hamileyken Hakan'ın bir ay boyunca uğraşıp yaptığı, elle oyulmuş küçük ahşap bir sallanan at vardı. Her kralın bir ata ihtiyacı olduğunu söylemişti.

Küçük ata baktım, boyalı gözleri boş boş gri suya bakıyordu. Sonra tekrar pencereye, evimizin sıcaklığında başka bir kadını öpen kocama baktım.

Ayağım fırladı. Ahşap ata tüm gücümle bir tekme attım. Donmuş zemine çarpıp parçalandı, ahşap bir kemiğin kırılması gibi bir sesle çatladı. Başı tamamen koptu ve ayaklarımın dibine yuvarlandı.

Ses yeterince yüksekti. Göl evinin ön kapısı ardına kadar açıldı. Hakan orada duruyordu, yüzündeki şok ifadesi hızla soğuk ve hesapçı bir şeye dönüştü. Kız, Selin, onun arkasından dışarı baktı, gözleri korku ve meydan okuma karışımıyla irileşmişti. Ucuz, çiçeksi parfümünün kokusu sıcak havayla birlikte dışarı süzüldü, midemi bulandıran yapışkan bir tatlılık.

Adamlarım şimdi arabalarından inmiş, elleri silahlarında, arkamda sessiz, tehditkar bir duvar oluşturmuşlardı.

Hakan'ın gözleri yüzümden, adamlarıma, sonra da sallanan atın kırık parçalarına kaydı. Yüzünden bir anlığına bir şey geçti - belki acı - ama hemen kayboldu.

"Asya," dedi, sesi düzdü. "Burada ne yapıyorsun?"

"Oğlumuzun yıl dönümü için geldim," dedim, kendi sesim alçak ve tehlikeli bir tondaydı. Arkasında sinen kıza çenemle işaret ettim. "Sen kimi getirdin?"

Kız, Selin, onun koluna yapıştı. O kadar genç, o kadar kırılgan görünüyordu ki. Bir zamanlar benim göründüğüm gibiydi, sokaklar içimdeki tüm yumuşaklığı söküp atmadan önce.

Hakan onu nazikçe daha da arkasına itti, bu koruyucu jest içimdeki bıçağı daha da derine sapladı. Eskiden bunu benim için yapardı. O benim kalkanımdı.

"Sandığın gibi değil," diye denedi, kitaptaki en eski, en acınası yalan.

"Değil mi?" Bir adım öne çıktım. "Çocuğumuzun yasını tuttuğumuz yere sürtüğünü getirmişsin. İnşa ettiğimiz evde senin gömleğini giymesine izin vermişsin. Söyle bana Hakan, bu işin hangi kısmını yanlış anlıyorum?"

Hiç oralı olmadı. Sadece beni izledi, bakışları sabitti. O her zaman stratejistti, on hamle sonrasını görebilen kişiydi. Ama bunu görmemişti. Benim ortaya çıkacağımı hesaba katmamıştı.

"Onun adı Selin," dedi, sanki bu bir şeyi değiştirirmiş gibi.

"Adının ne olduğu umurumda değil," diye tükürdüm. "Umurumda olan burada olması. Bizim evimizde. Bu günde." Bir adım daha attım, gözlerim onunkilere kilitlenmişti. "Onu gözümün önünden çekmen için on saniyen var. Sonra sen ve ben konuşacağız."

Selin'e baktı, ifadesi kalbimin son parçasını da tuzla buz edecek şekilde yumuşadı. Ona fısıltıyla bir şeyler söyledi, duyamayacağım kadar alçak sesle, sonra tekrar bana baktı.

"Hayır," dedi, sesi dümdüzdü. "O kalıyor."

Dünyam sadece başıma yıkılmadı. Tamamen durdu.

Onu seçti. Tam burada. Tam şimdi. Adamlarımın önünde. Oğlumuzun hayaletinin önünde.

Ona baktım, uzun zamandır ilk kez gerçekten baktım. Sırtında yara izi olan adama, bir zamanlar açlıktan ölmek üzereyken benim için ekmek çalan adama, bebeğimizi kaybettikten sonra üç gün boyunca beni bırakmayan adama. Artık onu tanımıyordum.

"Peki," dedim, tek kelime donmuş havada asılı kaldı. Adamlarıma döndüm. Sesim net ve kararlıydı, emir veren bir kraliçenin sesiydi.

"Alın onu."

Okumaya Devam Et

Gavin tarafından yazılan diğer kitaplar

Daha Fazla
Onun Piyonundan Kraliçesine

Onun Piyonundan Kraliçesine

Romantik

5.0

Ben Asya Koray, siyasi bir hanedanın asi gazetecisiydim. Tek kaçışım, buzdan ve mantıktan yoğrulmuş güçlü bir CEO olan Demir Arslan ile yaşadığım gizli ve tutkulu bir ilişkiydi. O bana "benim güzel felaketim" derdi; onun lüks rezidansının duvarları arasına hapsedilmiş bir fırtına. Ama ilişkimiz bir yalan üzerine kuruluydu. Onun beni sadece başka bir kadına, babamın özel kalem müdürünün kırılgan kızı Ceylin'e olan ödenemez borcuna karşılık bir iyilik olarak "evcilleştirdiğini" keşfettim. Herkesin önünde beni değil, onu seçti. Gözyaşlarını bana hiç göstermediği bir şefkatle sildi. Onu korudu, onu savundu ve ben bir avcı tarafından köşeye sıkıştırıldığımda, onun yanına koşmak için beni terk etti. En büyük ihanet ise, "dersimi almam gerektiğini" tıslayarak beni hapse attırıp dövdürmesiyle geldi. Son darbe bir araba kazası sırasında geldi. Bir an bile tereddüt etmeden kendini Ceylin'in önüne attı, vücuduyla ona siper oldu ve beni çarpışmayla tek başıma yüzleşmek için bıraktı. Ben onun aşkı değildim; feda etmeye hazır olduğu bir yüktüm. Bir hastane yatağında kırık dökük yatarken sonunda anladım. Ben onun güzel felaketi değildim; onun aptalıydım. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım. Onun mükemmel dünyasını yakıp kül ettim, bana huzur vaat eden iyi kalpli bir milyarderin evlilik teklifini kabul ettim ve aşkımızın küllerini arkamda bırakarak yeni bir hayata başlamak için çekip gittim.

Kırılmamış Mirasçı

Kırılmamış Mirasçı

Çağdaş

5.0

İstanbul'un köklü siyasetçi ailelerinden birinin kızı olan Asya Tekin, her şeye sahip olduğunu sanıyordu: Ankara'nın yükselen yıldızı Ateş Karam ile göz kamaştırıcı bir düğün ve iki güçlü ailenin kusursuz birleşimi. Ancak Çankaya'daki o devasa evdeki sessizlik ve Ateş'in, evlatlık kız kardeşi Ceyla'ya olan sarsılmaz bağlılığı, bambaşka bir gerçeğe işaret ediyordu. Bir gece, o gerçek patladı. Asya, Ateş'in evliliklerinin "amaca giden bir araçtan" ibaret olduğunu ve kendisinin "hiçbir anlam ifade etmediğini" itiraf ettiğini duydu. Ateş'in tüm sadakati yalnızca Ceyla'ya aitti. Kalbi tuzla buz oldu, hayatının o güzel görünen cephesi etrafında un ufak oldu. Ateş, Asya'nın acısını açıkça görmezden geldi ve Ceyla'nın kötü niyetli eylemlerini korumayı seçti. Hatta Ceyla'nın, Asya'nın en yakın arkadaşı Meyra'yı öldürdüğünü soğukkanlılıkla itiraf etmesini bile örtbas etti. Ailesinin akıl almaz gücünü kullanan Ateş, Ceyla'nın serbest kalmasını sağladı, gerçeği çarpıtarak Asya'yı suçlu gösterdi ve sadık asistanını tehdit etti. En büyük ihanet ise felaketle sonuçlanan bir yat partisinde yaşandı. Ateş, içgüdüsel olarak önce Ceyla'yı kurtardı ve çaresiz Asya'yı Göcek'in azgın sularında boğulmaya terk etti. Sevdiği adam, hayat arkadaşı olması gereken adam, onu nasıl bu kadar acımasızca ölüme terk edebilirdi? Neden manipülatif bir sosyopat olduğu bu kadar açık olan bir kız kardeşe körü körüne bağlıydı? Sınırın en ucuna itilmiş, bu derin adaletsizlik ve bir hiç uğruna harcanabilir olduğu gerçeğiyle tamamen yıkılmış olan Asya, olduğu yere yığıldı. Ancak iyileşirken, içinde soğuk ve sarsılmaz bir kararlılık filizlendi. Ateş'in Ceyla'ya olan bu sapkın sadakatinin ardındaki tüm gerçeği ortaya çıkaracak ve Meyra'dan esirgenen adalet için savaşacaktı. Gözden çıkarılan eş Asya, şimdi onlar için geliyordu. Güçlü bir aileyi, her seferinde bir sırrı açığa çıkararak yerle bir etmeye hazırdı.

Zulmü, Dirilişi

Zulmü, Dirilişi

Romantik

5.0

Kocam Kenan, benim kahramanımdı. Üç yıl önce, onun saplantılı aşığı Ceyda, çizim yaptığım elimi sakat bırakarak mimarlık kariyerime son vermişti. Kenan bana adalet sözü vermiş, işlediği suçun cezasını çekmesi için onu ücra bir dağ evine hapsetmişti. Beşinci evlilik yıldönümümüzde, kayıtlarımı güncellemek için nüfus müdürlüğüne gittim. Memur bana acıyarak baktı. "Hanımefendi, kayıtlarımıza göre üç yıl önce boşanmışsınız. Eski eşiniz Kenan Soykan, aynı gün yeniden evlenmiş." Hemen ardından okuduğu isim dünyamı başıma yıktı: Ceyda Yılmaz. Ceza bir yalandı. Onların hapishanesi, bir aşk yuvasıydı. Üç yıl boyunca çifte bir hayat yaşamış, bizim yıldönümümüzü diğer karısıyla kutlamıştı. Onu "iyileşme sürecim" için olduğunu iddia ederek hizmetçi olarak evimize getirmişti. Hatta onu kurgulanmış bir düşüşten kurtarmak için beni herkesin içinde yere itmişti. Son ihanet, Ceyda'nın bana iftira atmasıyla geldi. Kenan'ı, ona saldırmaları için adam tuttuğuma ikna etmişti. Beni karanlık bir odaya sürükledi, bir maskenin ardında beni tanımadı bile. Gerçek karısına zarar veren bir yabancı olduğuma inanıyordu. "Kim karımın kılına dokunursa," diye dişlerinin arasından tısladı, "bin katı acıyı tadar." Beni tam doksan dokuz kez kendi elleriyle kırbaçladı. Beni korumaya yemin eden adam, aslında gerçekte sevdiği kadını savunduğuna inanarak benim celladım olmuştu. İşi bitirmeleri için adamlarına emir vererek beni ölüme terk etti. Ama kaçtım. Kanlar içinde ve paramparça bir halde, yeni bir kimlikle ülkeden kaçtım. Kalbimde tek bir şey vardı: Paris mimarlık yarışmasına katılmak ve onun yok etmeye çalıştığı hayatı geri almak. Kanatlarımı kırdığını sanmıştı ama bana sadece küllerimden nasıl uçulacağını öğretmişti.

Mahkumdan Anka'ya: Pişmanlığı

Mahkumdan Anka'ya: Pişmanlığı

Milyarderler

5.0

Üç yıldır, zar zor geçinen bir MMA dövüşçüsü olan Kaan'la mutlu bir evliliğim olduğunu sanıyordum. Geçinebilmek için iki işte çalışıyor, yaralarını sarıyor, onun tek dayanağının benim sevgim olduğuna inanıyordum. Özellikle de bir araba kazası hafızamı silip süpürdüğünden ve onu benim bütün dünyam haline getirdiğinden beri. Sonra, küçücük mutfağımızın zeminini ovarken, yerel haberlerde bir manşet parladı: "Teknoloji devi Kaan Demirkan, Demirkan Holding'in CEO'su, bugün Başkan Yardımcısı Selin Altan ile nişanlandığını duyurdu." Ekranda, bir gökdelenin önünde duran, göz alıcı bir kadına sarılan adam, benim kocamdı. Üzerinde, tanıdığım yaralı bereli dövüşçünün aksine, özel dikim bir takım elbise vardı. Yıldönümümüz için özenle yaptığım küçük, oyma ahşap kuş, o kadını derinden, sahiplenircesine öperken göğsünde duruyordu. Mideme kramplar girdi, başım zonklamaya başladı ve onun için pişirdiğim biftek dumanlar çıkarmaya, sıkışık dairemizi acı, yanık bir kokuyla doldurmaya başladı. Cevaplar için çaresizce Demirkan Holding'e bir taksi çevirerek dışarı fırladım. Orada, Selin'le gülerken gördüm onu, benim varlığımdan habersizdi. Aramamı sessize alıp mesaj attı: "Toplantıdayım bebeğim. Konuşamam. Bu gece geç geleceğim. Beni bekleme. Seni seviyorum." Kelimeler gözyaşlarımın arasından bulanıklaştı. Yüksek ve ham bir hıçkırık koptu benden. Başımda bir şimşek çaktı ve sonra anılar sel gibi geri geldi: Araba kazası bir kaza değildi, şoför Selin Altan'dı ve babamın himayesindeki Kaan, bu koca yalanı, sadakatimi ölçmek için bu zalim oyunu tezgahlamıştı. Her şeyimi almıştı - kimliğimi, servetimi, ailemi - ve beni, onu koşulsuz sevmeye devam edip etmeyeceğimi görmek için yoksulluğa atmıştı. O bir canavardı ve ben onun esiriydim. Ama göğsüme soğuk, sert bir kararlılık oturdu: Dünyasını başına yıkacaktım ve işe kendi ölümümü sahneleyerek başlayacaktım.

Ayrıca beğenebilirsiniz

Aşkın İhaneti: Sahte Bir Evlilik

Aşkın İhaneti: Sahte Bir Evlilik

Gavin
5.0

"Boşanmak istiyorum." Sessiz ama çelik gibi sert kelimeler, gergin havayı bir bıçak gibi kesti. Beş yıldır ben, Hira Akay, Kaan Arslanoğlu'nun sadece kağıt üzerinde karısıydım. Babam onun hayatını kurtarırken öldükten sonra ailesinin imajını kurtarmak için yapılan bir anlaşmaydım. Onun gaddarlığına, aşağılamalarına katlandım ve gözlerimin önünde başka bir kadını sevmesini izledim. Nihayet özgürlüğümü isteme cesaretini topladığımda, ailenin reisi olan annesi, sürgün edilmediğimi kanıtlamak için ailenin "disiplin cezasına" -otuz kırbaç- katlanmam gerektiğini soğuk bir şekilde bildirdi. Ama sonra, şok edici bir gerçek dünyamı başıma yıktı: "Sahte," diye gelişigüzel açıkladı Kaan. "O evlilik yasal bile değil." Beş yıllık acım, dayaklarım, toplum içindeki utancım, hepsi bir yalan içindi. Rahatlamam kısa sürdü. Kaan'ın metresi Beren, önce köpeğine zarar verdiğim için, sonra da bir at gezintisi sırasında onu öldürmeye çalıştığım için bana iftira attı. Ona olan körü körüne bağlılığıyla Kaan, her yalana inandı. Beni vahşice cezalandırdı, bacağımı kırdı ve kolumu çıkardı, beni ölüme terk etti. Ben sadece bir dekordum, bir yer tutucuydum, onun gözünde şımarık bir köpekten bile daha değersizdim. Acım, onurum hiçbir şey ifade etmiyordu. Neden kanayan bedenime değil de onun her sözüne, her gözyaşına inanıyordu? Ama umutsuzluğun en derinliklerinde bir can simidi belirdi. Onun gaddarlığından dehşete düşen annesi, beni gizlice Londra'ya göndererek o çok arzuladığım özgürlüğü bana bahşetti. Sonunda özgürdüm ve Kaan Arslanoğlu'nu bir daha asla görmeyeceğime yemin ettim.

Eziyet Etti, O Beklenmedikti

Eziyet Etti, O Beklenmedikti

Gavin
5.0

Üç yıl boyunca Floransa'da, o altın kafeste tutsaktım. Şimdi ise nikâh davetiyemi sımsıkı tutarak Urla'ya geri dönmüştüm. Beni sürgüne gönderen üvey ailemin emri acımasızdı: "Arda'yı kalbinden söküp atmadan geri dönme." Ben de buradaydım; Arda'nın en yakın arkadaşı Kaan Soykan'la evlenerek, üvey abime duyduğum o kahredici, karşılıksız aşktan kurtulduğumu kanıtlamak için. Ama sonra onu gördüm. Ailelerinin üzüm bağında, o yeni ve meşhur oyuncu sevgilisi Beren, bir sarmaşık gibi ona yapışmıştı. Arda alaycı bir şekilde sırıttı, tam önümde kızı tutkulu bir öpücüğe çekti ve davetiyemi uzattığımda küçümseyerek güldü. Davetiyeyi paramparça ederken, bunun onun dikkatini çekmek için yaptığım "acınası bir numara" olduğunu söyledi. O andan itibaren, Beren'in manipülatif oyunlarıyla körüklenen zalimliği hiç dinmedi. Havuz partilerinde, gelinliğimin son provasında, nişanımla alay ettiler, yalanlar uydurdular, hatta Beren'in bana fiziksel olarak zarar vermesine bile göz yumdular. Arda her suçlamaya, her sahte hıçkırığa inandı, beni yaralı ve aşağılanmış bir halde bıraktı. "Kes şu tiyatroyu, Asya," diye homurdanmış, kanayan kolumu görmezden gelip ufacık bir sıyrık için Beren'i kucaklayarak götürmüştü. Üvey ailem ise mükemmel aile imajlarını korumak adına bu işkenceyi sessizce onaylıyordu. Bir zamanlar beni koruyan o çocuk nasıl bu kadar soğuk, kalpsiz bir yabancıya dönüşebilirdi? Onu unuttuğuma neden inanmayı reddediyordu? Her zalimliği, her umursamazlığı, gömmek için çaresizce çırpındığım bir aşkın acısını daha da derinleştiriyordu. Onunla olan geçmişim, bitmek bilmeyen bir kâbus gibiydi. Düğün günümde, törenden hemen önce, yine Beren'in sahte acil durumu için beni terk etti. Bu işi sonuna kadar götüremeyeceğime emindi. Ama arabası uzaklaşırken, içime sessiz bir kararlılık yerleşti. Onun bu son terk edişi, benim gerçek kurtuluşumdu. Sonunda özgürdüm. Ve bir daha asla üzerimde bir gücü olmayacaktı.

Bölümler
Şimdi Oku
Kitabı İndir